Mesut Cemil: Ağız bir yerde yavaşça medrese tecvidine kaçıverdi mi bıyık altından gülüşmeler başlardı

Mesut Cemil’in konuşması:

Ekseriya Cuma gecesi yani Perşembe gününün akşamında bir düğünden dönen çakır keyif dostlar ortasında hoş sesli biri varsa eğlenceli geceden arta kalan keyifle mahalle çın çın öterdi. Mahalle bekçilerinin taşlara vuran sopaları bile susar, Fuzuli’nin bir gazelinden iki beyit gecenin sükutunu ite ite yaklaşır, mahalleyi doldurur, sonra kanatlarını kapaya kapaya uzaklaşır, geçtiği yolda uykudan uyanmış köpeklerin şaşkın, hiddetli havlamaları ile bozulan tatlı bir boşluk bırakır. Kimilerini seslerinden tanırdık. Gecenin bağrında renkli bir havai fişeği üzere yükseliveren bu sesler içinde bir sefer meşhur hanende Şahap’ı işittim. Şahap, meşhur Şahap. O parlak sesli. Birkaç kez de Hafız Osman’ı. Bu Hafız Osman birkaç tanedir saygıdeğer dinleyiciler bahsettiğime Şaşı Osman derlerdi. Gözlerinin şehlalığından ötürü bu türlü bir lakabı vardı.

Hafızlığına karşın rind meşrep, aşık, şairane manada laubali hatta darbederdi. Mevlidi, Kur’an’ı olağanüstü idi. Ancak dini musiki dışındaki bilgi ve zevkiyle de pek birçoklarından ayrılırdı. Hakikaten dini musiki terbiye ve üslubu ile yetişmiş olanların ladini musikiye intibakları birçok vakit güç olur. Hele o vakitler medreseden kuvvetli etkiler almış bir efendinin mesela Hacı Arif Bey’in de Kürdilihicazkar müziğini okuması kolay değildi. Ağız bir yerde yavaşça medrese tecvidine kaçıverdi mi bıyık altından gülüşmeler başlardı.

“Sesi hoş, adap de yerinde maşallah fakat aşır okur üzere okuyor” diye kulaktan kulağa fısıldadılar mı şöhret gölgelenir bir daha da düzelmezdi. İşte Hafız Osman, Hafızlığına karşın bu cins tenkide, yaşayış şeklinde da musikisinde de amaç olmayanların başında gelmiştir. Yaşayış şekli bakımından hatta tersine muaheze edildiği, biraz önce söylediğim üzere o rindane ve derbeder halinden ötürü çok sefer vakidir. Hatta bu sebeple üzülenler, ona acıyanlar olurdu. Allah rahmet eylesin, o vakit sanki Hafız Osman kendine acıyanlara tahminen diğer bir bakımdan acımıştı o da, bilinmez ki…

Hafız Osman Efendi’nin sesi herkes üzere boğazından, ağzından, dudaklarından değil de güya bütün bedeninden çıkardı saygıdeğer dinleyicilerim. Kısa, tıknaz gövdesinde midesi, karaciğeri, dalağı, bağırsağı yoktu da bunların yerinde güya taşmaya hazır bir ses haznesi vardı. Dop dolu bir ses topluluğu. Derin toprak altlarından kaynayan bu türlü fışkıran pınarlar üzere pak, gürül gürül, bol, kandırıcı, doyurucu, berrak, parıltılı bir ses… Bir de kalp var içinde bu adamın, bir yürek. O denli insan kalbi ki ne olduğunu bilmediği bir ateşle yanar, çarpar, çırpınır, vurur, vurur, zavallı yürek başını vurur durur… Ya… Hafız Osman’ın büyük bir üstünlüğü de gazel okumada çok sıkı vezinli mısraları özgür vezinli taksim halinde okurken mana ve ustalıkla kullanabilmesi idi. Buna bizim musikide “güfte taksimi” denir. Okuyacağı güfteyi seçmesini ve gazeli irtical halinde okurken nağmeleri yerine yerleştirmesini bilmeyenlere musiki aleminde yer verilmezdi. İşte Hafız Osman, Şaşı Osman o hanendeler, o hanendelerdendi ki şiiri musiki ortasında harcamaz tam tersine musiki ile şiiri inşaat ederdi. Tanburi Cemil Beyefendi de Şaşı Osman’ı çok, hem pek çok severdi.

Hafız Osman’ın çalışarak öğrendiklerinden çok Allah vergisi olan taraflarına tam manasıyla hayrandı Cemil Beyefendi. Osman Efendi okurken Tanburi Cemil’in sapsarı kesildiğini kaç sefer gözlerimle gördüm. Birisi canlı, kuvvetli, kalbinin çarpıntısı yüzünün kırmızı renginde muhakkak, öteki ince, naif, soluk benizli, ta içinden titreyişli bu iki adamı artık yeniden eski bir plakta yan yana bulacaksınız.

“Her vakit bir Vâmık u ‘Azrâ olur ‘âlem bu ya
Nev-be-nev efsâneler peydâ olur ‘âlem bu ya

Kabz u bast kıl tefekkür ‘âleminde ey gönül
Vakt-i sermânın sonu, vakt-i germân olur ‘âlem bu ya”

yani;

“Dünya durdukça Vamık u Azra’nın aşkı üzere büyük aşklar her vakit doğar. Bir zamanki o aşklar bugün nasıl efsane olmuşsa artık de o denli aşklar olur ki bunlardan yeni yeni efsaneler çıkar. Hele bir kanılar aleminde genişle, daral, uzaklara git, yakın yere gel, dön dolaş ey gönül göreceksin ki soğukların vakti geçer, sıcak olur, kıştan sonra yaz gelir.”

Efendim canım şiiri bu türlü çeviri ve tefsir etmek, o teksif edilmiş hoşluğu bozuyor. Aslını bir kere daha okuyorum. Ondan sonra Cemil ile Osman yalnız kalsınlar huzurunuzda…

“Her vakit bir Vâmık u ‘Azrâ olur ‘âlem bu ya
Nev-be-nev efsâneler peydâ olur ‘âlem bu ya

Kabz u bast kıl tefekkür ‘âleminde ey gönül
Vakt-i sermânın sonu, vakt-i germân olur ‘âlem bu ya”

Mesut Cemil Kimdir?

Mesut Cemil 1902 yılında İstanbul’da büyük sanatkar Tanburi Cemil Bey’in oğlu olarak dünyaya geldi. Hukuk fakültesindeki eğitimini yarıda bırakarak yurtdışına müzik eğitimine gitti. İstanbul ve Ankara Radyolarında müdürlük, sazendelik, spikerlik, koro şefliği yaptı ve birinci defa Klasik Koro’yu kurdu. 31 Ekim 1963’te İstanbul’da öldü, Sahray-ı Cedit kabristanına defnedildi.

NOTLAR

*Bu metin, 1997 yılında “Kalan Müzik” tarafından çıkarılan, “Gazeller 78 Evreli Taş Plak Kayıtları” isimli albümdeki ses kaydından dinlenerek deşifre edilmiştir.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir